Harpilerin Madonnası – Andrea del Sarto (Madonna delle Arpie, 1517)

Eğer kendime ait bir Masumiyet Müzesi kurabilseydim, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanının henüz bir lise öğrencisi iken okuduğum nüshasını da oraya koymak isterdim. Çünkü bu harika romanı yayımladıktan beş yıl sonra Bulgaristan sınırında öldürülen Sabahattin Ali, benim belleğimde kendi başına masumiyeti temsil ediyor.
Kürk Mantolu Madonna’nın bir yerinde romanın ana kahramanı Raif Efendi, kendisini çok etkileyen tablodaki kadın resminin ‘masumluk ile iradeyi birleştirdiğini’ yazar, ardından bu resme esin kaynağı olan Andreas Del Sarto’nun Harpilerin Madonnası adlı tablosunu bulur, oradaki Meryem’i inceleyerek daha önce gördüğü Meryemlerde ‘lüzumundan biraz fazla tebarüz ettirilen, hatta manasızlığa kadar götürülen bir masumluk ifadesi’ bulunduğu yorumunu yapar. Bu tablodaki Meryem, gerçekten başka Meryemlerden farklıdır, üzerinde Harpi kabartmaları bulunan bir platformun üzerine çıkmıştır. Harpiler, yani cin benzeri mitolojik varlıklar; hani şu Paris’teki Notre Dame Katedrali’nin çatısında da bulunan, itici görünümlü yaratıklar… Tabloda onların üzerine basan Meryem’in bu pozunun, şeytanî düşünceyi yenmesini temsil ettiği söylenir.

Masum sözcüğü insana çocukluğu çağrıştırıyor. Ben de bu sözcüğü ilk kez henüz küçük bir çocukken, Anthony Quinn’in Eskimo İnuk’u unutulmaz bir oyunculukla canlandırdığı Vahşi Masumlar (The Savage Innocents, Nicholas Ray, 1960) adlı filmin afişinde görmüş, ‘suçsuz’ anlamına geldiğini de o zaman öğrenmiştim. O günden beri masum, masumiyet dendiğinde aklıma kendi çocukluk günlerim gelir. Hani ‘biz büyüdük ve kirlendi dünya’ der gibi.
Geçtiğimiz on yıllarda nostalji gibi, doğallık gibi insana çocukluğunu anımsatan birçok sözcük gündelik yaşamda bol bol kullanıldı, ama masum sözcüğünü yeni kuşağa Sezen Aksu tanıttı desem, durumu abartmış olmam herhalde. Hiçbirimizin masum olmadığını bize anımsatan ses, eminim çoğunuzun kulağındadır. O şarkıyı her dinleyişimde, yaşım ilerledikçe, işlediğim kabahatlerin listesinin de uzadığı gerçeği aklıma geliyor.

Tam bu noktada, Luchino Visconti’nin 1976’da, ölümünden hemen önce bitirdiği, ülkemizde Masumlar adıyla oynamış olan son filmini anmadan geçemeyiz. Birçok sinema yazarı bu filmi Visconti için bir ‘kuğunun şarkısı’ kabul eder. Bilirsiniz, kuğular ölmeden az önce çok güzel bir şarkı söylerlermiş, ama bu şarkıyı çok az kişi duyabilirmiş. Aslında bu filmin özgün adı çoğul değil, tekildir (l’Innocente), çünkü filmde sözü edilen masum, yeni doğmuş bir bebektir ve hiç sorumluluğu olmayan, olamayacak bir çatışma yüzünden ceza görür. Visconti konuyu öyle anlatır ki, filmdeki bebeğe üzülürüm, o bebeği başına gelenlerden koruyamadığım için içim cız eder. Aynen, Sabahattin Ali’nin öldürülüşünü her anımsadığımda olduğu gibi.
Etimolojisine baktığımızda görüyoruz ki, Arapça’da ‘korudu, savundu’ demek olan asama sözünden türemiş olan masum sözcüğünün kökeninde ‘bir aşiret üyesinin, aşireti tarafından korunması’ kavramı var. Sözcüğün Batı dillerindeki eşdeğeri olan innocent sözcüğü ise görece yeni sayılır, tarihi 11. yüzyıldan daha geriye gitmiyor; tahmin edebileceğiniz gibi Latince kökenli bir dini terim olarak ortaya çıkmış ve ‘zararı olmayan, kendisine bir suç ya da günah atfedilmeyen’ anlamına geliyor.

Masumiyet kavramı 10 – 15 yıl kadar önce, 1997 yılında bu isimde bir film yapan Zeki Demirkubuz ile yeniden gündemimize girdi. O filmden, Derya Alabora’nın can verdiği Umut karakteri, kır gezisi sahnesi, Haluk Bilginer’in o sahnedeki tiradı unutulabilir mi? Demirkubuz, yıllar sonra çektiği Kader adlı filmde kahramanların önceki yıllarını anlatıyor ve adeta onların masum olduklarına bizi ikna ediyordu.
Yüz yılı aşkın bir süre önce, 1907 yılında doğmuş ve 30, 33 ve 36 yaşlarında üç güzel roman yazmış olan Sabahattin Ali’yi 41 yaşında öldürdük, demek ki ona ancak o kadar tahammül edebildik. Sonra aradan yıllar geçti, 1952’de bir başka büyük romancı, Orhan Pamuk doğdu bu topraklarda, onun ilk romanı da otuz yaşına geldiğinde basıldı, Pamuk bugün sekiz roman sahibi bir yazar. Evet yurtdışına gitmesi gerekti, ülkesinde yanında korumalarla dolaşıyor, ama yaşı altmışa yaklaştı, hâlâ sağ ve sağlıklı!.. Bu durumu nasıl yorumlamalı dersiniz? ‘Ülkemiz gelişiyor!’ mu desek, yoksa ‘Masum değiliz hiç birimiz’ şarkısını mı söylesek?

Caner Fidaner

(Bu yazı Radikal gazetesinin pazar eki olan Radikal İki’nin 5 Ekim 2008 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)

Meraklısına bağlantılar:

(1) Sezen Aksu’dan dinleyelim ve izleyelim: Masum Değiliz Hiç Birimiz

(2) Demirkubuz’un Masumiyet adlı filminden yazıda sözü edilen sahneyi izlemek için de burayı tıklayın. Bekir’i dinlerken, Ece Temelkuran’ın 24.1.2011 tarihli yazısında, kadının kurtuluşu hakkında “Biri bizi bize rağmen sevdiğinde…” diye betimlediği ilişkiye bir örnek görecekiniz.